(Yıldız Teknik Üniversitesi Elektronik Fakültesi'ne Yanımda Kal filmi için söyleşiye gelen Çağlar Ertuğrul'un Dağ filminde Üsteğmen Oğuz rolünü oynadığını bilirsiniz. Canlandırdığı karakter zihnimde oldukça iyi ve fazla temayüz etmiştir. Benim de Dağ filmine benzer ama onun aynısı olmayan bir yazıyı yazma sürecim devam ediyor şuanda. Kulübümüzün Yazma Atölyesi'nde devam eden süreç bittiğinde umarım Dağ filmini aratmayan bir içeriğe ulaşmış olacağım. Aşağıda bu yazının bir kısımını sizinle paylaşmak isterim. Ayrıca Dağ filminin ikinci serisinde olan bu sahneyi de sizinle paylaşmak isterim.
)
)
KAĞIT KESİĞİ
Murat Demir
Kar paletli ambulans, gecenin koyu karanlığının ve karın ölü beyazlığının
birbiriyle karışarak tonlarını dengeleyebildiği renk geçişkenliğinde ortalığı
yanıp sönen ışıklarıyla netleştiriyordu. Metal gövdenin önüne takılmış kepçe
görünümlü küreme aparatı, karşısına çıkan yollara barikat kurmuş kar setlerini
yararak yanlara doğru savuruyordu. Koskocaman gövdeli bu metal yığınına can bahşedilmiş
olsaydı eğer, bu işi keyifle yapacağı ve yaparken de yüzünde büyük bir tebessüm
oluşturacağı kesindi. Yolun yanına savrulup etkisiz hale getirilen kar yığınlarının
çıkardığı homurtulu sesler, yaşlı bir adamın oturduğu sandalyesinden alıkonulması
sırasında çıkardığı memnuniyet verici olmayan seslerle birebir benzerlik
gösteriyordu. Vadide kaçışan vahşi rüzgâr sürüleri aracın yanından son sürat
hızla geçerlerken içerideki bezgin ruhlu canlıları gözetliyordu. Birbiri ardına
yığılan bu rüzgâr sürülerinin çıkardığı sesler, eline flüt almış ama çalmasını
yeni öğrenen ufacık bir çocuğun çıkardığı ritimsiz ve korkunç seslerle aynıydı.
Bu da yetmezmiş gibi bu sürüler sanki amaçsız bir yarışmanın içindeymişler gibi
öteberiye savrulsalar dahi bu durumun onları rotalarından saptırmaya yetecek
kuvvette olmadığı kesinlik taşıyordu. Ambulansın paletlerinin hareket ederken çıkardıkları
sesler, İkinci Dünya Savaşı’nda Almanların Tiger (Kaplan) adıyla bilinen ağır
zırhlı savaş tankının avlarını bulmaya giderken çıkardıkları büyük sarsıntılarla aynıydı. Aradaki tek fark bu
sefer can kurtarmaya giden bir tankın bulunmasıydı. Aracın yarattığı güçlü titreşimler, yolun kenarında
kalmış kadim ormanın içindeki cüsseli ağaçların birindeki sıcak yuvalarında
sessizce uyumakta olan sincap yavrularını ürkütüp uyanmalarına neden oldu.
Şaşkın şaşkın annelerine huzur ve güven için sokulan yavrular onun sıcak
bedeninde bile aradıklarını bulamadılar.
Yarım saati geçkin bir
süredir telsiz panelindeki düğmeleri kurcalayarak frekans değerlerinin her birini denemeye
çalışan ve son umut kırıntılarını da
tüketerek bir ses duymayı dileyen şoför Talip Bey, yavaş yavaş bu duruma canı
sıkılmaya başlamıştı. Bu duyguyu istemeden de olsa araç içerisindeki atmosfere yansıtmayı
başarabilmişti , çünkü sesli düşündüğünün farkında olamayarak bir şeylerin ters
gittiğini belli eden sözcüklerin ağzından kaçıvermesi Doktor Aslı’da ve onun arka koltuğunda oturan Ece’de yanlış
giden bir şeylerin olabileceğine dair hislerin zihinlerinde oluşmasına neden oldu.
Talip amcanın, telsizin düğmeleriyle uğraşıp aynı zaman da yılan gibi kıvrılan yolu
kartal gibi bakışlarıyla süzerek yolu tam olarak hizalamayı başarabiliyor
olması onun yılların verdiği muhteşem şoförlük kabiliyetini ispatlar
nitelikteydi. Arada bir geçtikleri karlarla kaplı yolun yan tarafında duran
karanlıklar içine gömülü ormanın derinliklerinde hangi vahşi hayvanların
yaşadıklarına dair düşler kuran Aslı, zihnine getirdikleriyle bir an irkilip
kurduğu düş dünyasından kendini çıkarıyordu. Ece ise bulduğu her fırsatta arka
koltuktan öne eğilerek arada bir Talip Amcanın konsantrasyonunun bozulmaması
için kısık sesle Aslı’la konuşarak bitmez tükenmez uzun yolculuğun ortasında canlarının
sıkılmasına engel olmaya çalışıyordu. Ece’nin zihninde kurguladığı plan
içerisinde hastaneye döndüklerinden sonra koca bir pizzayla beraber kola, cips
ve canları isterse patlatacakları mısırlarla birlikte seçilen güzel bir filmin
omuz omuza beraber Aslı’yla izlenmesi ve geceyi bu şekilde eğlenceli bir
şekilde atlatmak vardı. Hayallerle dolu bu fısıldaşmaların içerisinde bıkkınlık
seviyesine gelen bekleyişin verdiği can sıkıntısı arada bir kendisini
göstererek adeta ‘ben buradayım’ demekteydi. Yeni aldığı kar botlarının uzun
bir aranın ardından tekrar ayaklarında olduğunu hisseden Aslı, arada bir eğilip
alışmaya çalıştığı botların üzerinde iyi durup durmadığını ınceliyor ve gittikleri uzun yol ilgisini çekip yola bakıp
durduğu için de bu kurgusundan kurtulup
yola odaklanmasını sürdürüyordu. Adeta bir yılan gibi kıvrılan yollar üzerinde
barınan, geçit vermez engellerle dolu kar bloklarının içinde koca gövdesiyle
neredeyse bir arabanın boyunu geçen simsiyah bir boz ayı aracın far lambalarıdan
çıkan parlak ışıklarla birlikte gözlerindeki vahşiliği kendisine yaklaşmakta
olan metal yığının içerisindeki canlara belli
etti. Talip Bey bu tür olaylara görev yaptığı coğrafyaların vermiş olduğu
tercübeden dolayı fazlasıyla alışık olduğu için gösterdiği ilk tepki herhangi
bir sokakta rastladığı bir kedi ya da köpekle eş benzer olmuştu. Aracın
içindeki diğer bezgin ruhlar için ise bunu söylemek imkansızdı, çünkü verdikleri ilk
tepkileri adeta çığlık atmak derecesinde olmakla birlikte aracın içerisinde kafasını
bacaklarının arasına sokmayı başaran Ece’nin düştüğü komik durum, ayının araçla
ilgilenmeden son sürat ormanın içerisinde kaybolduğu sırada şaşkın yüzler
tarafından farkedilmişti. Aslı’nın arkasına dönüp eliyle Ece’yi çenesinden
narin biçimde tutup hafifçe kaldırmasıyla
iki arkadaş arasında gülüşmelerin başlamasıyla artarak devam etmesi bir
olmuştu.
-ECE: Bana öyle bakmayın, en son hayvanat bahçesinde gördüğümde
pençelerine rağmen çok şirin gözüküyorlardı ama gerçekte duvarların dışında
ormanda öyle hapishane kaçkını gibi dolaştığını görünce bütün sevimliliği
birden kayboldu gözümde.
-TALİP: Oo hoo! Daha bunlar ne ki Ece Hanım! Ben her hafta böyle yolda
bunlardan bir-iki tanesine rast geliyorum, aracın önüne birden çıkıveriyorlar.
Frene basmasaydım az kalsın çarpacaktım bir keresinde . Kornaya basıp sellektör
yapıyorum, hiç kıpırdamıyor deli hayvan
arabanın önünden. İnip ‘höşt, lan çekil yoldan’ da diyemiyorsun ki, ne yapacağı
belli olmuyor deli hayvanın.
Talip Bey, bu konuşmasını yaparken vahşi ayıları gördüğü anları
göğsünü kabarta kabarta söyleyerek bu konuda ne kadar deneyimli ve korkusuz bir
insan olduğunu göstermek niyetinde gibi bir hali vardı.
-ASLI: Talip amca, sen hiç hızını kesme. Yolumuza bakalım biz,
zaten kar fırtınasından dolayı çok fazla geciktik. Önüne canavar çıksa dahi hiç durma sen. Bir an önce köye ulaşıp kıza tedavi uygulamamız lazım, durumu bana
kötü gözüktü. bu yolları herkesten en iyi sen biliyorsun, olabildiği kadar hızlı gitmeye çalış ki zamanında ulaşabilelim.
Aslı, aslında Talip amcanın yeterince hızlı gittiğini çok iyi
görüyordu; bu hızdan sonrası belki de kazaya bile sebep olabilirdi. Bu durumu gördüğü halde bu cümleleri
yüreğinden gelen bir istekle söylemesinin nedeni şuan kendisinden uzaklardaki
yardım eli bekleyen ve ateşler içinde bulunduğundan dolayı sayıklamaya başlama derecesine
ulaşmış ufacık bir kız çocuğunun yaşamınının tipi seviyesine ulaştığı bu ıssız yolda
hızla gitmekte olan ambulansın içindeki koca yürekli insanların elinde olmasıydı.
Korkunç fırtına, vahşi
doğasını koruyan vadinin ucundan gücünü toplamış bir şekilde hücum ederek
paletlerin arasından tozu dumana katarak ıslık çalıyordu. İnsanın içine sıkışıp
kaldığı büyük kentlerin beton, çelik, asfalt ve plastikten oluşma labiretinden
uzakta, önce korku veren ama sonra hiçbir şeyin size yabancı olmadığını,
ağaçların, dalların, belinize kadar çıkan kar yığınlarının size el uzattığı
beyaz bir labirent. Çocukluk zamanlarında olsaydı belki de pencerelerden bakıp
o mutlu saatlerin geldiğini anlar anlamaz dışarıda kar topu oynamaya çıkmaya ve
yerlere yatıp üstünü başını kar tozlarına bulamaya hazır çocukların ruhuna
şimdiyse bütün bunlar düşmanca birliktelermiş gibi geliyordu.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder