20 Aralık 2018 Perşembe

Bir ölür bin dirilir!





(Yıldız Teknik Üniversitesi Elektronik Fakültesi'ne Yanımda Kal filmi için söyleşiye gelen Çağlar Ertuğrul'un Dağ filminde Üsteğmen Oğuz rolünü oynadığını bilirsiniz. Canlandırdığı karakter zihnimde oldukça iyi ve fazla temayüz etmiştir. Benim de Dağ filmine benzer ama onun aynısı olmayan bir yazıyı yazma sürecim devam ediyor şuanda. Kulübümüzün Yazma Atölyesi'nde devam eden süreç bittiğinde umarım Dağ filmini aratmayan bir içeriğe ulaşmış olacağım. Aşağıda bu yazının bir kısımını sizinle paylaşmak isterim. Ayrıca Dağ filminin ikinci serisinde olan bu sahneyi de sizinle paylaşmak isterim.
 )


KAĞIT KESİĞİ
Murat Demir
Kar paletli ambulans, gecenin koyu karanlığının ve karın ölü beyazlığının birbiriyle karışarak tonlarını dengeleyebildiği renk geçişkenliğinde ortalığı yanıp sönen ışıklarıyla netleştiriyordu. Metal gövdenin önüne takılmış kepçe görünümlü küreme aparatı, karşısına çıkan yollara barikat kurmuş kar setlerini yararak yanlara doğru savuruyordu. Koskocaman gövdeli bu metal yığınına can bahşedilmiş olsaydı eğer, bu işi keyifle yapacağı ve yaparken de yüzünde büyük bir tebessüm oluşturacağı kesindi. Yolun yanına savrulup etkisiz hale getirilen kar yığınlarının çıkardığı homurtulu sesler, yaşlı bir adamın oturduğu sandalyesinden alıkonulması sırasında çıkardığı memnuniyet verici olmayan seslerle birebir benzerlik gösteriyordu. Vadide kaçışan vahşi rüzgâr sürüleri aracın yanından son sürat hızla geçerlerken içerideki bezgin ruhlu canlıları gözetliyordu. Birbiri ardına yığılan bu rüzgâr sürülerinin çıkardığı sesler, eline flüt almış ama çalmasını yeni öğrenen ufacık bir çocuğun çıkardığı ritimsiz ve korkunç seslerle aynıydı. Bu da yetmezmiş gibi bu sürüler sanki amaçsız bir yarışmanın içindeymişler gibi öteberiye savrulsalar dahi bu durumun onları rotalarından saptırmaya yetecek kuvvette olmadığı kesinlik taşıyordu. Ambulansın paletlerinin hareket ederken çıkardıkları sesler, İkinci Dünya Savaşı’nda Almanların Tiger (Kaplan) adıyla bilinen ağır zırhlı savaş tankının avlarını bulmaya giderken çıkardıkları büyük  sarsıntılarla aynıydı. Aradaki tek fark bu sefer can kurtarmaya giden bir tankın bulunmasıydı. Aracın yarattığı güçlü titreşimler, yolun kenarında kalmış kadim ormanın içindeki cüsseli ağaçların birindeki sıcak yuvalarında sessizce uyumakta olan sincap yavrularını ürkütüp uyanmalarına neden oldu. Şaşkın şaşkın annelerine huzur ve güven için sokulan yavrular onun sıcak bedeninde bile aradıklarını bulamadılar.

Yarım saati geçkin bir  süredir telsiz panelindeki düğmeleri kurcalayarak  frekans değerlerinin her birini denemeye çalışan ve  son umut kırıntılarını da tüketerek bir ses duymayı dileyen şoför Talip Bey, yavaş yavaş bu duruma canı sıkılmaya başlamıştı. Bu duyguyu istemeden de olsa araç içerisindeki atmosfere yansıtmayı başarabilmişti , çünkü sesli düşündüğünün farkında olamayarak bir şeylerin ters gittiğini belli eden sözcüklerin ağzından kaçıvermesi Doktor Aslı’da  ve onun arka koltuğunda oturan Ece’de yanlış giden bir şeylerin olabileceğine dair hislerin zihinlerinde oluşmasına neden oldu. Talip amcanın, telsizin düğmeleriyle uğraşıp aynı zaman da yılan gibi kıvrılan yolu kartal gibi bakışlarıyla süzerek yolu tam olarak hizalamayı başarabiliyor olması onun yılların verdiği muhteşem şoförlük kabiliyetini ispatlar nitelikteydi. Arada bir geçtikleri karlarla kaplı yolun yan tarafında duran karanlıklar içine gömülü ormanın derinliklerinde hangi vahşi hayvanların yaşadıklarına dair düşler kuran Aslı, zihnine getirdikleriyle bir an irkilip kurduğu düş dünyasından kendini çıkarıyordu. Ece ise bulduğu her fırsatta arka koltuktan öne eğilerek arada bir Talip Amcanın konsantrasyonunun bozulmaması için kısık sesle Aslı’la konuşarak bitmez tükenmez uzun yolculuğun ortasında canlarının sıkılmasına engel olmaya çalışıyordu. Ece’nin zihninde kurguladığı plan içerisinde hastaneye döndüklerinden sonra koca bir pizzayla beraber kola, cips ve canları isterse patlatacakları mısırlarla birlikte seçilen güzel bir filmin omuz omuza beraber Aslı’yla izlenmesi ve geceyi bu şekilde eğlenceli bir şekilde atlatmak vardı. Hayallerle dolu bu fısıldaşmaların içerisinde bıkkınlık seviyesine gelen bekleyişin verdiği can sıkıntısı arada bir kendisini göstererek adeta ‘ben buradayım’ demekteydi. Yeni aldığı kar botlarının uzun bir aranın ardından tekrar ayaklarında olduğunu hisseden Aslı, arada bir eğilip alışmaya çalıştığı botların üzerinde iyi durup durmadığını ınceliyor  ve gittikleri uzun yol ilgisini çekip yola bakıp durduğu için de bu kurgusundan  kurtulup yola odaklanmasını sürdürüyordu. Adeta bir yılan gibi kıvrılan yollar üzerinde barınan, geçit vermez engellerle dolu kar bloklarının içinde koca gövdesiyle neredeyse bir arabanın boyunu geçen simsiyah bir boz ayı aracın far lambalarıdan çıkan parlak ışıklarla birlikte gözlerindeki vahşiliği kendisine yaklaşmakta olan metal yığının içerisindeki canlara  belli etti. Talip Bey  bu tür olaylara  görev yaptığı coğrafyaların vermiş olduğu tercübeden dolayı fazlasıyla alışık olduğu için gösterdiği ilk tepki herhangi bir sokakta rastladığı bir kedi ya da köpekle eş benzer olmuştu. Aracın içindeki diğer bezgin ruhlar  için ise  bunu söylemek imkansızdı, çünkü verdikleri ilk tepkileri adeta çığlık atmak derecesinde olmakla birlikte aracın içerisinde kafasını bacaklarının arasına sokmayı başaran Ece’nin düştüğü komik durum, ayının araçla ilgilenmeden son sürat ormanın içerisinde kaybolduğu sırada şaşkın yüzler tarafından farkedilmişti. Aslı’nın arkasına dönüp eliyle Ece’yi çenesinden narin biçimde  tutup hafifçe kaldırmasıyla iki arkadaş arasında gülüşmelerin başlamasıyla artarak devam etmesi bir olmuştu.
-ECE: Bana öyle bakmayın, en son hayvanat bahçesinde gördüğümde pençelerine rağmen çok şirin gözüküyorlardı ama gerçekte duvarların dışında ormanda öyle hapishane kaçkını gibi dolaştığını görünce bütün sevimliliği birden kayboldu gözümde.
-TALİP: Oo hoo! Daha bunlar ne ki Ece Hanım! Ben her hafta böyle yolda bunlardan bir-iki tanesine rast geliyorum, aracın önüne birden çıkıveriyorlar. Frene basmasaydım az kalsın çarpacaktım bir keresinde . Kornaya basıp sellektör yapıyorum,  hiç kıpırdamıyor deli hayvan arabanın önünden. İnip ‘höşt, lan çekil yoldan’ da diyemiyorsun ki, ne yapacağı belli olmuyor deli hayvanın.
Talip Bey, bu konuşmasını yaparken vahşi ayıları gördüğü anları göğsünü kabarta kabarta söyleyerek bu konuda ne kadar deneyimli ve korkusuz bir insan olduğunu göstermek niyetinde gibi bir hali  vardı.
-ASLI: Talip amca, sen hiç hızını kesme. Yolumuza bakalım biz, zaten kar fırtınasından dolayı çok fazla geciktik. Önüne canavar çıksa dahi  hiç durma  sen. Bir an önce köye ulaşıp  kıza tedavi uygulamamız lazım, durumu bana kötü gözüktü. bu yolları herkesten en iyi sen biliyorsun, olabildiği kadar  hızlı gitmeye çalış ki zamanında ulaşabilelim.
Aslı, aslında Talip amcanın yeterince hızlı gittiğini çok iyi görüyordu; bu hızdan sonrası belki de kazaya bile sebep olabilirdi.  Bu durumu gördüğü halde bu cümleleri yüreğinden gelen bir istekle söylemesinin nedeni şuan kendisinden uzaklardaki yardım eli bekleyen ve ateşler içinde bulunduğundan dolayı sayıklamaya başlama derecesine ulaşmış ufacık bir kız çocuğunun yaşamınının tipi seviyesine ulaştığı bu ıssız yolda hızla gitmekte olan ambulansın içindeki koca yürekli  insanların elinde olmasıydı.
Korkunç  fırtına, vahşi doğasını koruyan vadinin ucundan gücünü toplamış bir şekilde hücum ederek paletlerin arasından tozu dumana katarak ıslık çalıyordu. İnsanın içine sıkışıp kaldığı büyük kentlerin beton, çelik, asfalt ve plastikten oluşma labiretinden uzakta, önce korku veren ama sonra hiçbir şeyin size yabancı olmadığını, ağaçların, dalların, belinize kadar çıkan kar yığınlarının size el uzattığı beyaz bir labirent. Çocukluk zamanlarında olsaydı belki de pencerelerden bakıp o mutlu saatlerin geldiğini anlar anlamaz dışarıda kar topu oynamaya çıkmaya ve yerlere yatıp üstünü başını kar tozlarına bulamaya hazır çocukların ruhuna şimdiyse bütün bunlar düşmanca birliktelermiş gibi geliyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder