YENİÇERİLER *
*Kapı kulu
teşkilatının piyade sınıfı
Orhan Bey’in vefatından sonra yerine geçen Sultan
I.Murad Han, Çandarlı Kara Halil’i yeniçeri ve acemi ocaklarını kurmakla
vazifelendirdi.Karamanlı Molla Rüstem ile birlikte bu işi başarıyla yürüten
Çandarlı Kara Halil, devlet hazinesi ve devletin mali teşkilatını da kurup
çeşitli düzenlemeler yaptı.Yeniçeri ocağına asker yetiştirecek ilk acemi ocağı
Gelibolu’da kuruldu. İslam hukukunda, harpte elde edilen esir ve ganimetlerin
beşte birinin beytülmale ait olması hükmüne dayanılarak Pençik Kanunu
çıkarıldı. Bu kanunla, savaşlarda elde edilen her beş esirden biri devlet
hesabına ve asker ihtiyacına göre acemi oğlanı olarak anıldı. Daha sonra
Devşirme Kanunu çıkarılarak, pençik oğlanından başka, devşirme ismiyle, Rumeli
tarafındaki Osmanlı tebaası olan Hristiyanların çocuklarından da acemi oğlanı
alınması kararlaştırıldı. Sonraki yıllarda bu kanun Anadolu’daki Hristiyan
tebaaya da uygulandı. Tespit edilen esaslara göre acemi oğlanları yetiştirildi.Bir
yerleşim yerindeki hane sayısının 40’ta biri oranında, genellikle 14–18 yaşları
arasındaki sağlam vücutlu ve akıllı erkek çocuklar bu uygulamaya
tabii tutulurlardı.Müslüman,
Yahudi, Gürcü, Çingene, Kürt, Acem, Arap ve Türkler’in çocukları, evin tek
çocuğu, köy kethüdasının çocuğu, çoban ve sığırtmaçlar, köse, kel, doğuştan
sünnetli, çok uzun ya da çok kısa boylu olanlar, Türkçe bilenler, zanaatkâr
olanlar, İstanbul’u görmüş olanlar devşirilemezdi.
Yeniçeriliğin ilk kuruluşunda orduya bin nefer alındı. Bunların her yüz
kişisinin başına yayabaşı adıyla bir komutan atandı. Ocak, XV.yüzyıl ortalarına
kadar yaya bölükleri veya daha sonra cemaat adı verilen bir sınıftan ibaretken
Fatih Sultan Mehmed zamanından itibaren sekban bölüğünün de kurulmasıyla iki
sınıf haline getirildi. Bu üç sınıf toplam 196 ortadan meydana geliyordu. Bunun
101’i cemaatli, 61’i bölüklü,34’ü sekban ortasıydı. Cemaat ortalarından
60,61,62 ve 63.ortalar İstanbul’da otururlar, padişahın merasim günlerinde
maiyet askerini teşkil ederlerdi. Bunlara solaklar denirdi. Diğerleri hudut
kalelerinin muhafazasıyla görevliydi. Bölük ortalarından 31’i İstanbul’da
“sancak-ı şerifi” muhafaza ederlerdi. Sekban ortaları ıse padişahın av
maiyetiydi. Osmanlı padişahlarının savaş eğitimi için tertipledikleri büyük
sürek avları sekbanlar tarafından hazırlanırdı. İstanbul civarındaki miri
çiftliklerin korunması onlara bırakılmıştı. İstanbul’da bulunan cemaat ve bölük
ortaları aynı zamanda şehrin inzibat ve asayişiyle görevliydi.
Her yeniçeri
ortasının nişan denen bir sembolü ve uçları çatal bir bayrağı vardı.Nişanlar
bayrak üzerine işlenirdi. Yeniçeri ocağının bayrağına, “İmam-ı Azam bayrağı”
denilirdi. Bu beyaz ipekten, üstüne altın sırma ile bir tarafına, Fetih
suresinin ilk ayet-i kerimesinin işlendiği bir sancaktı. Ordugahta yeniçeri
ağasının çadırı önüne dikilirdi. Merasimlerde ocağın bayrağı yeniçeri ağasının
atının önüne dikilirdi. Merasimlerde ocağın bayrağı yeniçeri ağasının atının
önü sıra götürülürdü. Bu bayrağı taşıyan yeniçeriye “Baş bayraktar”denilirdi.
Ocağın bir de yarısı sarı, yarısı kırmızı ipekten bir alay bayrağı vardı.
İnna fetahna leke fethan
mubina(mubinen)
Muhakkak ki biz, sana
apaçık bir fetih verdik.
Her yeniçeri
ortasının, içinde yemeklerini pişirdikleri büyük kazanları vardı. Harpte
kazanın düşman eline geçmesi, o orta için büyük felaket sayılırdı. Ortaları ile
ilgili bir işi görüşecekleri zaman kazanın etrafında otururlardı. İsyan anında
kışlalardan kaldırılan kazanlar, büyük törenle ihtilaliln idare edileceği
meydana götürülürdü. Kazan kaldırmak hükümete karşı ayaklanmak, isyan etmek demekti.
İstanbul’da eski odalar ve yeni odalar adıyla iki büyük yeniçeri kışlası
vardı. Eski odalar Şehzade Camii’nin karşısında, yeni odalar da Aksaray’da
Etmeydanı’ndaydı. Her iki kışla da geniş bir avlunun etrafını çeviren, önü
revaklı odalardan meydana gelmişti. Avlunun ortasında, Orta Camii denilen bir
mescit vardı. Yeniçeri ayaklanmaları arifesinde ilk toplantılar hep bu
camilerde yapılırdı. Yeniçeri ocağının kaldırılmasından sonra bu kışlalar halk
tarafından tahrip edildi.
Yeniçeri ocağı neferlerine ulufe denilen maaş verilirdi. Acemi bir yeniçeri
neferine ilk devirlerde ocağa kaydı ile beraber, iki akçe yevmiye bağlanırdı.
Sonraları bu beş-altı akçeye çıkarılmıştı. Gösterilen yararlıklar ve hizmetler
karşılığı da ulufeleri arttırılırdı. Yapılan bu artışlara terakki denirdi. Bu
suretle yevmiyeleri on-on beş akçe olan yeniçeriler bulunurdu. Harplerde
serdengeçti (fedai) yazılanlar, sağ döndükleri zaman yevmiye beş-on akçe
terakki alırlardı. Ulufeler üç aydan üç aya, yılda dört taksitte ve
Divan-ıHümayun’da düzenlenen törenle dağıtılırdı. Taksitlere mevacib denirdi.
Neferlerin ulufesinden başka her yeniçeri ortasına ekmek, et, yağ, bulgur ve
mum verilirdi. Her nefere de senede, bir kat elbise veya bedeli verilirdi.
Yeniçeri ocağının en büyük kumandanı yeniçeri ağasıydı. Yeniçeri ağaları,
XVI.yüzyıl başlarına kadar ocakta yetişirlerdi. Fakat bir süre sonra bunların
yolsuzlukları ve itaatsizlikleri görülünce, sarayda yetişmiş, padişahın tam
güvenini kazanmiş kimseler yeniçeri ağası tayin edilmeye başlandı. XVIII.asırdan
itibaren yine ocaktan tayin edildiler. Yeniçeri ağaları Süleymaniye’de devlet
malı bir konakta otururlardı. Yeniçeri ağası, ağa divanının reisiydi. Divan-ı
Hümayun üyesi olmamakla beraber, vezir rütbesine sahipse Divan toplantılarına
katılırdı. Aynı zamanda İstanbul’un en büyük zabıta amiriydi. Yeniçeri ağası
sefere çıktığında yerine sekbanbaşı bakardı. Yeniçeri ağaları terfi
ettirilecekleri zaman, beylerbeyi ve kaptan paşa olurlardı.
Ocak disiplini sağlam olduğu devirlerde yeniçeriler, geceleri
kışlalarındaki koğuşlarından başka yerde yatmazlardı. Askerlik taliminden başka
bir şeyle uğraşamaz ve emekliye
ayrılıncaya kadar da evlenemezlerdi. Emekliye ayrılan yeniçeriye oturak denilir
ve kendisine ölünceye kadar emekli gündeliği verilirdi. Emekli olduktan sonra
evlenenler öldüğü zaman, geride bıraktığı dul ve yetimlere fodla denilen maaş
bağlanırdı.
Yeniçerilerin XV.yüzyıl ortalarına kadar mevcutları 10.000, Kanuni Sultan
Süleyman’ın vefatı sırasında da 12.000 dolaylarındaydı. Bu sayı Sultan
III.Mehmed Han zamanında 45.000’e kadar yükseldi. IV.Murad Han zamanında ocak
mevcudu tekrar düşürüldüyse de XVII.yüzyılın sonunda 80.000’i, XIX.yüzyılın
başından itibaren de 100.000’i geçti.
Yeniçeri ocağı XVI. Asrın sonlarına kadar Osmanlı ordusunun talimli,
mükemmel bir yaya kuvveti olup, savaşlarda vurucu güç durumundaydı. Osmanlı
Devleti’nin asıl askeri gücünü meydana getiren tımarlı sipahilerin önemini
kaybettiği XVI. Yüzyıl sonlarında yeniçeri ocağına, Devşirme Kanunu’na aykırı
olarak, yabancı efrat alınması ve ocak mevcudunun arttırılması yoluna gidildi.
Böylece talimsiz, başıboş kimselerin ocağa girmesiyle bu askeri teşkilat
doğrudan siyasete katılan, devlet adamlarını tayin veya azlettiren, padişahları
tahttan indiren veya tahta çıkaran bir kuvvet haline geldi. I.Ahmed Han’dan
itibaren Osmanlı padişahlarının ilerleme hamleleri veya disiplinli modern
ordular kurma teşebbüsleri iç ve dış düşmanlar tarafından hep yeniçeri ocağı
kullanılmak suretiyle baltalandı. Düzeltilmesi için her türlü fedakarlıkta
bulunulan ancak yola
gelmeyen ocak, Sultan II.Mahmud devrinde 1826’da kaldırıldı. Olay tarihe
Vak’a-i Hayriyye olarak geçti.
Yönetim yanlısı kalyoncular, topçu, humbaracı,
lağımcı askerleri akın akın saraya geliyordu. Şehre haber salınmış Müslüman
olan herkes Sancak–ı Şerif altında toplanmaya çağrılmış, halk bu çağrıya yanıt
vermişti. Saray cephaneliği açılarak hükümdarı korumaya gelenlere kılıç ve
tüfek dağıtılmış, silahlanan medrese talebeleri de harekete geçmişti. Sonunda
sadrazam, şeyhülislam ve vezirlerin başı çektiği sivil, asker, talebe ve
ulemadan oluşan yaklaşık 60 bin kişilik bir ordu Sancak–ı Şerif’le birlikte
tekbirler getirerek Sultan Ahmet Camii’ne doğru yürüyüşe geçti. Kalabalığın
Sultan Ahmet Camii’ne ulaştığını gören yeniçeriler ara sokaklara doğru kaçmaya
başladı. Sancak–ı Şerif minbere asıldı ve sadrazamın isteğiyle ulema,
“zorbalarla çarpışmanın farz olduğunu” bildiren yeni bir fetva hazırladı.
İsyancılar, Etmeydanı’na giden yolları kesmiş, Kapalıçarşı’dan Haliç’e uzanan
Uzunçarşı boyunca barikatlar kurmuş, Beyazıt Camii’ni de işgal ederek
Sultanahmet’e giden yolları tıkamıştı. Ağa Hüseyin Paşa’nın komutasındaki topçu
birliklerinde yer alan, gaddarlığıyla ün salmış Karacehennem İbrahim Ağa’nın
askerleriyle yeniçeriler Horhor Çeşmesi yakınında karşılaştı. İbrahim Ağa,
lakabının hakkını verircesine topları ateşledi. Sonuç korkunçtu... Yeniçeriler
arkalarında çok sayıda arkadaşlarının cesedini bırakarak Etmeydanı’na doğru
çekildi. İkinci bir kol Saraçhane’den Etmeydanı’na doğru yönelmiş, üçüncü bir
kol da arkadan sevk edilmişti. Paniğe kapılan isyancılar Yeni Odalar denilen
kışlalarına kapanıp, kapıların arkasına taş yığdı. Böylece kendilerini
hapsetmekle kalmamış, şehrin diğer bölgelerindeki arkadaşlarını da kaderlerine
terk etmişlerdi. Son arabuluculuk çabaları da sonuç vermeyince
toplar ateşlendi. Askerler ve halk bu sırada Etmeydanı’na girdi. Topçular da
salkım ve yağlı paçavralar atarak Yeni Odalar’da büyük bir yangın çıkardı.
Yeniçeriler büyük kayıplar vermiş, ortalık cehenneme dönmüştü. Daha sonra,
Şehzadebaşı’ndaki Eski Odalar’a yönelen birlikler buraya sığınan yeniçeri
subaylarını ya öldürdü ya da tutukladı. Tutuklananlar Sultan Ahmet Camii’nde
sorguya çekildikten sonra hünkâr mahfili altındaki odada idam ediliyor,
cesetleri Atmeydanı’ndaki Vakvak Ağacı adı verilen ünlü çınarın altına
yığılıyor, çınarın dallarında asılan yeniçeriler sallanıyordu. Şehirde bir sürek avı başlamıştı. Üç gün içinde altı ile on bin yeniçeri
öldürülmüş, sürülmüş ya da kaçmıştı. Vakit karanlığa düşünce yeniçerilerden sağ
kalanlar Belgrad Ormanı’na saklanmış ve II.Mahmud’un emriyle Belgrad Ormanı
topa tutulmuştur. Çıkan yangından dolayı günlerce dumanların pası gökyüzünden
silinmemiştir.Olaylar sona erdiğinde imparatorluk sınırları dahilinde yaklaşık
140 bin kişinin, yeniçeri olduğu ya da zannedildiği için idam edildiği
düşünülüyor. Sadece yeniçeriler değil, İstabul’daki kışlaları, Yeni Odalar ve
Ağa Kapısı da olaylar sırasında yakılmış, tahrip edilmişti. Adı yeniçerilerle
özdeşleşen Bektaşi tarikatı yasaklanmış, tekkeleri yıkılmıştı.



Hiç yorum yok:
Yorum Gönder