21 Aralık 2018 Cuma

Yeniçeriler Geliyor!

YENİÇERİLER *
*Kapı kulu teşkilatının piyade sınıfı

Amat romanından

“Yaralandıkları vakit kan izi belli olmasın diye kırmızıya boyanmış, sırma göğüs atkılı kaputları sırtlarındaydı. İşin ilginç yanı özelikle muharebe dönüşü bu kaputların renklerinin soldukları pek görülmemişti. Çünkü göşüslerinde sadece mangal gibi bir yürek değil, aynı zamanda arkebüz ve tüfenk kurşunlarının izlerini de taşıdıkları için, bu yaralardan dökülmüş kan, kaputlarını kıpkırmızı yapardı.” (s. 24)
Orhan Bey’in vefatından sonra yerine geçen Sultan I.Murad Han, Çandarlı Kara Halil’i yeniçeri ve acemi ocaklarını kurmakla vazifelendirdi.Karamanlı Molla Rüstem ile birlikte bu işi başarıyla yürüten Çandarlı Kara Halil, devlet hazinesi ve devletin mali teşkilatını da kurup çeşitli düzenlemeler yaptı.Yeniçeri ocağına asker yetiştirecek ilk acemi ocağı Gelibolu’da kuruldu. İslam hukukunda, harpte elde edilen esir ve ganimetlerin beşte birinin beytülmale ait olması hükmüne dayanılarak Pençik Kanunu çıkarıldı. Bu kanunla, savaşlarda elde edilen her beş esirden biri devlet hesabına ve asker ihtiyacına göre acemi oğlanı olarak anıldı. Daha sonra Devşirme Kanunu çıkarılarak, pençik oğlanından başka, devşirme ismiyle, Rumeli tarafındaki Osmanlı tebaası olan Hristiyanların çocuklarından da acemi oğlanı alınması kararlaştırıldı. Sonraki yıllarda bu kanun Anadolu’daki Hristiyan tebaaya da uygulandı. Tespit edilen esaslara göre acemi oğlanları yetiştirildi.Bir yerleşim yerindeki hane sayısının 40’ta biri oranında, genellikle 14–18 yaşları arasındaki sağlam vücutlu ve akıllı erkek çocuklar bu uygulamaya tabii tutulurlardı.Müslüman, Yahudi, Gürcü, Çingene, Kürt, Acem, Arap ve Türkler’in çocukları, evin tek çocuğu, köy kethüdasının çocuğu, çoban ve sığırtmaçlar, köse, kel, doğuştan sünnetli, çok uzun ya da çok kısa boylu olanlar, Türkçe bilenler, zanaatkâr olanlar, İstanbul’u görmüş olanlar devşirilemezdi.


Yeniçeriliğin ilk kuruluşunda orduya bin nefer alındı. Bunların her yüz kişisinin başına yayabaşı adıyla bir komutan atandı. Ocak, XV.yüzyıl ortalarına kadar yaya bölükleri veya daha sonra cemaat adı verilen bir sınıftan ibaretken Fatih Sultan Mehmed zamanından itibaren sekban bölüğünün de kurulmasıyla iki sınıf haline getirildi. Bu üç sınıf toplam 196 ortadan meydana geliyordu. Bunun 101’i cemaatli, 61’i bölüklü,34’ü sekban ortasıydı. Cemaat ortalarından 60,61,62 ve 63.ortalar İstanbul’da otururlar, padişahın merasim günlerinde maiyet askerini teşkil ederlerdi. Bunlara solaklar denirdi. Diğerleri hudut kalelerinin muhafazasıyla görevliydi. Bölük ortalarından 31’i İstanbul’da “sancak-ı şerifi” muhafaza ederlerdi. Sekban ortaları ıse padişahın av maiyetiydi. Osmanlı padişahlarının savaş eğitimi için tertipledikleri büyük sürek avları sekbanlar tarafından hazırlanırdı. İstanbul civarındaki miri çiftliklerin korunması onlara bırakılmıştı. İstanbul’da bulunan cemaat ve bölük ortaları aynı zamanda şehrin inzibat ve asayişiyle görevliydi.

Her yeniçeri ortasının nişan denen bir sembolü ve uçları çatal bir bayrağı vardı.Nişanlar bayrak üzerine işlenirdi. Yeniçeri ocağının bayrağına, “İmam-ı Azam bayrağı” denilirdi. Bu beyaz ipekten, üstüne altın sırma ile bir tarafına, Fetih suresinin ilk ayet-i kerimesinin işlendiği bir sancaktı. Ordugahta yeniçeri ağasının çadırı önüne dikilirdi. Merasimlerde ocağın bayrağı yeniçeri ağasının atının önüne dikilirdi. Merasimlerde ocağın bayrağı yeniçeri ağasının atının önü sıra götürülürdü. Bu bayrağı taşıyan yeniçeriye “Baş bayraktar”denilirdi. Ocağın bir de yarısı sarı, yarısı kırmızı ipekten bir alay bayrağı vardı.



İnna fetahna leke fethan mubina(mubinen)
Muhakkak ki biz, sana apaçık bir fetih verdik.

Her yeniçeri ortasının, içinde yemeklerini pişirdikleri büyük kazanları vardı. Harpte kazanın düşman eline geçmesi, o orta için büyük felaket sayılırdı. Ortaları ile ilgili bir işi görüşecekleri zaman kazanın etrafında otururlardı. İsyan anında kışlalardan kaldırılan kazanlar, büyük törenle ihtilaliln idare edileceği meydana götürülürdü. Kazan kaldırmak hükümete karşı ayaklanmak, isyan etmek demekti.

İstanbul’da eski odalar ve yeni odalar adıyla iki büyük yeniçeri kışlası vardı. Eski odalar Şehzade Camii’nin karşısında, yeni odalar da Aksaray’da Etmeydanı’ndaydı. Her iki kışla da geniş bir avlunun etrafını çeviren, önü revaklı odalardan meydana gelmişti. Avlunun ortasında, Orta Camii denilen bir mescit vardı. Yeniçeri ayaklanmaları arifesinde ilk toplantılar hep bu camilerde yapılırdı. Yeniçeri ocağının kaldırılmasından sonra bu kışlalar halk tarafından tahrip edildi.

Yeniçeri ocağı neferlerine ulufe denilen maaş verilirdi. Acemi bir yeniçeri neferine ilk devirlerde ocağa kaydı ile beraber, iki akçe yevmiye bağlanırdı. Sonraları bu beş-altı akçeye çıkarılmıştı. Gösterilen yararlıklar ve hizmetler karşılığı da ulufeleri arttırılırdı. Yapılan bu artışlara terakki denirdi. Bu suretle yevmiyeleri on-on beş akçe olan yeniçeriler bulunurdu. Harplerde serdengeçti (fedai) yazılanlar, sağ döndükleri zaman yevmiye beş-on akçe terakki alırlardı. Ulufeler üç aydan üç aya, yılda dört taksitte ve Divan-ıHümayun’da düzenlenen törenle dağıtılırdı. Taksitlere mevacib denirdi. Neferlerin ulufesinden başka her yeniçeri ortasına ekmek, et, yağ, bulgur ve mum verilirdi. Her nefere de senede, bir kat elbise veya bedeli verilirdi.

Yeniçeri ocağının en büyük kumandanı yeniçeri ağasıydı. Yeniçeri ağaları, XVI.yüzyıl başlarına kadar ocakta yetişirlerdi. Fakat bir süre sonra bunların yolsuzlukları ve itaatsizlikleri görülünce, sarayda yetişmiş, padişahın tam güvenini kazanmiş kimseler yeniçeri ağası tayin edilmeye başlandı. XVIII.asırdan itibaren yine ocaktan tayin edildiler. Yeniçeri ağaları Süleymaniye’de devlet malı bir konakta otururlardı. Yeniçeri ağası, ağa divanının reisiydi. Divan-ı Hümayun üyesi olmamakla beraber, vezir rütbesine sahipse Divan toplantılarına katılırdı. Aynı zamanda İstanbul’un en büyük zabıta amiriydi. Yeniçeri ağası sefere çıktığında yerine sekbanbaşı bakardı. Yeniçeri ağaları terfi ettirilecekleri zaman, beylerbeyi ve kaptan paşa olurlardı.
Ocak disiplini sağlam olduğu devirlerde yeniçeriler, geceleri kışlalarındaki koğuşlarından başka yerde yatmazlardı. Askerlik taliminden başka bir şeyle  uğraşamaz ve emekliye ayrılıncaya kadar da evlenemezlerdi. Emekliye ayrılan yeniçeriye oturak denilir ve kendisine ölünceye kadar emekli gündeliği verilirdi. Emekli olduktan sonra evlenenler öldüğü zaman, geride bıraktığı dul ve yetimlere fodla denilen maaş bağlanırdı.

Yeniçerilerin XV.yüzyıl ortalarına kadar mevcutları 10.000, Kanuni Sultan Süleyman’ın vefatı sırasında da 12.000 dolaylarındaydı. Bu sayı Sultan III.Mehmed Han zamanında 45.000’e kadar yükseldi. IV.Murad Han zamanında ocak mevcudu tekrar düşürüldüyse de XVII.yüzyılın sonunda 80.000’i, XIX.yüzyılın başından itibaren de 100.000’i geçti.

III.Murad, şehzadesi Mehmet için yaptırdığı düğün esnasında, hoşuna giden bir takım insanları, mükafat olarak ocağa aldırdı; işte bu hadiseyle ocağın nizam ve kanunları hemen bozuluverdi. Bir defa ocağa yabancı-yani Türk halkı-girdikten sonra , disiplin de kalmadı.Yeniçerilerin artık bekar kalmaları lazım iken XVI.yy ortalarından beri aralarında evlenmeler de başlamıştı. Ocak mensuplarının ticaret ve sanatla uğraşmaya başlamaları mües’seseyi büsbütün intizamından çıkardı. Bunun sonucu olarak, talimlerle uğraşmaz olan, eski savaş kudretinden eser kalmayan personeller ortaya çıktı.

Yeniçeri ocağı XVI. Asrın sonlarına kadar Osmanlı ordusunun talimli, mükemmel bir yaya kuvveti olup, savaşlarda vurucu güç durumundaydı. Osmanlı Devleti’nin asıl askeri gücünü meydana getiren tımarlı sipahilerin önemini kaybettiği XVI. Yüzyıl sonlarında yeniçeri ocağına, Devşirme Kanunu’na aykırı olarak, yabancı efrat alınması ve ocak mevcudunun arttırılması yoluna gidildi. Böylece talimsiz, başıboş kimselerin ocağa girmesiyle bu askeri teşkilat doğrudan siyasete katılan, devlet adamlarını tayin veya azlettiren, padişahları tahttan indiren veya tahta çıkaran bir kuvvet haline geldi. I.Ahmed Han’dan itibaren Osmanlı padişahlarının ilerleme hamleleri veya disiplinli modern ordular kurma teşebbüsleri iç ve dış düşmanlar tarafından hep yeniçeri ocağı kullanılmak suretiyle baltalandı. Düzeltilmesi için her türlü fedakarlıkta bulunulan ancak yola gelmeyen ocak, Sultan II.Mahmud devrinde 1826’da kaldırıldı. Olay tarihe Vak’a-i Hayriyye olarak geçti.

Yönetim yanlısı kalyoncular, topçu, humbaracı, lağımcı askerleri akın akın saraya geliyordu. Şehre haber salınmış Müslüman olan herkes Sancak–ı Şerif altında toplanmaya çağrılmış, halk bu çağrıya yanıt vermişti. Saray cephaneliği açılarak hükümdarı korumaya gelenlere kılıç ve tüfek dağıtılmış, silahlanan medrese talebeleri de harekete geçmişti. Sonunda sadrazam, şeyhülislam ve vezirlerin başı çektiği sivil, asker, talebe ve ulemadan oluşan yaklaşık 60 bin kişilik bir ordu Sancak–ı Şerif’le birlikte tekbirler getirerek Sultan Ahmet Camii’ne doğru yürüyüşe geçti. Kalabalığın Sultan Ahmet Camii’ne ulaştığını gören yeniçeriler ara sokaklara doğru kaçmaya başladı. Sancak–ı Şerif minbere asıldı ve sadrazamın isteğiyle ulema, “zorbalarla çarpışmanın farz olduğunu” bildiren yeni bir fetva hazırladı. İsyancılar, Etmeydanı’na giden yolları kesmiş, Kapalıçarşı’dan Haliç’e uzanan Uzunçarşı boyunca barikatlar kurmuş, Beyazıt Camii’ni de işgal ederek Sultanahmet’e giden yolları tıkamıştı.  Ağa Hüseyin Paşa’nın komutasındaki topçu birliklerinde yer alan, gaddarlığıyla ün salmış Karacehennem İbrahim Ağa’nın askerleriyle yeniçeriler Horhor Çeşmesi yakınında karşılaştı. İbrahim Ağa, lakabının hakkını verircesine topları ateşledi. Sonuç korkunçtu... Yeniçeriler arkalarında çok sayıda arkadaşlarının cesedini bırakarak Etmeydanı’na doğru çekildi. İkinci bir kol Saraçhane’den Etmeydanı’na doğru yönelmiş, üçüncü bir kol da arkadan sevk edilmişti. Paniğe kapılan isyancılar Yeni Odalar denilen kışlalarına kapanıp, kapıların arkasına taş yığdı. Böylece kendilerini hapsetmekle kalmamış, şehrin diğer bölgelerindeki arkadaşlarını da kaderlerine terk etmişlerdi.  Son arabuluculuk çabaları da sonuç vermeyince toplar ateşlendi. Askerler ve halk bu sırada Etmeydanı’na girdi. Topçular da salkım ve yağlı paçavralar atarak Yeni Odalar’da büyük bir yangın çıkardı. Yeniçeriler büyük kayıplar vermiş, ortalık cehenneme dönmüştü. Daha sonra, Şehzadebaşı’ndaki Eski Odalar’a yönelen birlikler buraya sığınan yeniçeri subaylarını ya öldürdü ya da tutukladı. Tutuklananlar Sultan Ahmet Camii’nde sorguya çekildikten sonra hünkâr mahfili altındaki odada idam ediliyor, cesetleri Atmeydanı’ndaki Vakvak Ağacı adı verilen ünlü çınarın altına yığılıyor, çınarın dallarında asılan yeniçeriler sallanıyordu. Şehirde bir sürek avı başlamıştı. Üç gün içinde altı ile on bin yeniçeri öldürülmüş, sürülmüş ya da kaçmıştı. Vakit karanlığa düşünce yeniçerilerden sağ kalanlar Belgrad Ormanı’na saklanmış ve II.Mahmud’un emriyle Belgrad Ormanı topa tutulmuştur. Çıkan yangından dolayı günlerce dumanların pası gökyüzünden silinmemiştir.Olaylar sona erdiğinde imparatorluk sınırları dahilinde yaklaşık 140 bin kişinin, yeniçeri olduğu ya da zannedildiği için idam edildiği düşünülüyor. Sadece yeniçeriler değil, İstabul’daki kışlaları, Yeni Odalar ve Ağa Kapısı da olaylar sırasında yakılmış, tahrip edilmişti. Adı yeniçerilerle özdeşleşen Bektaşi tarikatı yasaklanmış, tekkeleri yıkılmıştı. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder