Dil Atölyesi Kulübü Yazma Atölyesi Fanzin 1.Sayı
DERİNDEKİ
SIR
Murat Demir
Gecenin ilerleyen
saatlerine doğru müstakil iki katlı evlerin bulunduğu Cambridge mahallesinin, ışıkları
nadir açık olan evlerinin birindeki odanın içerisine aniden başlayan fırtınayla
pencereden doluşan vahşi rüzgâr sürüleri, bir annenin çocuğunu Alman Nazi
subaylarının çehresine bürünerek emirleriyle uyandırması sahnesini hatırlatan bir
atmosferin oluşmasına neden olmuştu. Bu durum, kuvvetli bir fırtınanın
çıktığını tahmin eden Thomas’ın pencereye doğru yaklaşarak, dışarıya meraklı
gözlerle bakış atıp pencerenin kolunu sıkıca bükmesi ve ne yapacağını düşünerek
bir süre zamanını geçirdiği çalışma masasındaki sıcak sandalyesine geri
dönmesiyle son buldu. Massachusetts Teknoloji Enstitüsü, evin görünen
yakınlıklarından mor siyah bulutlara ışıklarını saçarak her zamanki ihtişamıyla
varlığını yeryüzünde sürdürüyor ve yarın ağırlayacağı insan kalabalığına hazır
olabilmek için yorgun vücudunu dinlendirmeye devam ediyordu. Genç odasında kâinattaki
düzene karşı gelip tam bir tezat örneği sunacak yoğunlukta bir karışıklık hüküm
sürmekteydi. Bu esnada bilgisayarın ekranında Thomas’ın, kasesindeki çikolata
dolgulu gevrekleri yemeye daldığı için izlemeyi ara ara sürdürdüğü geçen geceden
kalma eğlence partisinin videosu oynatılmaktaydı. Odanın içindeki dağınıklığın
kat kat fazlasını o görüntülerin içerisindeki hengamede kolayca bulabilmek mümkün
görünüyordu.
Odada grubun proje ödevini beyninde zonklamalar yaratarak
yapan Sarah, oturduğu geniş koltuğun önündeki masaya dirseklerini koyarak bu
geceki çalışmalarına son noktasını koymaya hazırlanıyormuş gibi Thomas’a
bakarak sitem dolu cümleler sarf etti: “Hey Thomas! Biraz da gelip şu kalan ödevlerle
ilgilensen ve bana yardımcı olsan hiç fena olmaz diyorum! Bütün gün bunlarla tek
başıma uğraşmak zorunda kaldım”. Thomas: “Sarah, biliyorsun ki aramızda bu konularda
en iyisi sensin. Niye seni rahatsız etme ihtiyacı duyalım ki?”. Jacop:” Thomas videoda
biraz yaşlı çıkmışsın dostum, hahaha!”. Sarah: “En iyisi ben miyim? Sınıf birincisi
sen değilsin o zaman!”. Thomas: “Bunlar farklı şeyler biliyorsun.”. Jacop:
“Thomas, senin ikizin mi vardı?”. Thomas: “Jacop şimdi olmaz”. Jacop: “Thomas
şaka yapmıyorum, gerçek söylüyorum, ekranda sana benzeyen bir çocukla aynı
karede çıkmışsınız!”. Göz yanılsaması olabileceğini düşünerek sayısız kere bu görüntüyü
oynatan Thomas ve Sarah’nın bu şaşkınlık veren olay karşısındaki yüzleri
hayalet görmüş gibi donuklaşmıştı. Görüntüdeki gencin silueti kameraya bir işaret
vererek televizyonun yanındaki çekmecelerden birine bir kutu bırakıp
kalabalığın arasından uzaklaşıp sessizce kaybolmaktadır. Hızlı adımlarla
merdivenlerden aşağıya inip çekmecenin etrafındaki yerini alan üç arkadaşın
kafasında kutunun içerisinde ne olabileceği sorusu vardı. Çekmeceye dünya
dışından gelen bir cisim yerleştirilmiş gibi elini götürerek açan Thomas,
bulduğu kutuyu hep birlikte sıralandıkları yuvarlak bir masanın ortasına koydu.
Thomas: “Bütün bunlar komik bir şaka olmalı!” diyerek kutunun kapağını
kaldırdı. İçerisinde normal bir şekilde dünyaya ait olan bir tablet bilgisayar
duruyordu. Jacop: “Belli ki Thomas’a benzeyen birisi bilgisayarını partide
unutmuş. Olamaz mı?”. Bu sırada Thomas ekranın açılmasıyla kamera uygulamasının
açık unutulduğunu gördü. Jacop: “Thomas bu gerçekten sensin”. “Çocuklar buna
asla inanamayacaksınız. Ben, ben bir zaman makinesi inşa ettim ve… ve yakıtım
bitti. Burada mahsur kaldım, geldiğim zamana geri dönemiyorum. Yardımınıza
ihtiyacım var. Bu şey, bu şey hidrojenle çalışıyor. Bunun için teknoparka gidip
çok sayıda hidrojen tüpü almalısınız. Her şey buna bağlı. Bu zamanda çakılı
kalabilirim ve geri dönemem. Bir sonraki gece yarısında orta bahçede buluşalım.
Lütfen bana yardım edin!”. Thomas: “Ne demek zamanda çakılı kalabilirim, bu şey
lanet bir şaka olmalı!” Jacop: “Çocuklar sanırım bu gerçekleşmiş! Thomas sen
zaman makinesini bulmuşsun!”.
Gecenin ilerleyen saatlerinde bir kedinin çöpü karıştırması
dışında başka ses yoktu: Son sürat hızla giderken yolda esintiler çıkmasına
neden olan bir spor arabanın dışında! Bir köpeğin vahşi gölgesinde beliren
azılı dişler, kedinin çöplük içerisindeki karanlığa girip aniden kaybolmasına yetmişti.
Otomobilin yanından geçen rüzgâr sürüleri, içerisindeki canlıları fark edip
hayret dolu bakışlarla otomobilin gerisinde kalıyorlardı. Su içmeye uyanan
yaşlıların yaktığı ışıklar dışındaki sokak lambaları bomboş yolları
aydınlatıyordu. Thomas:” Çocuklar içeriye girdiğimizde hızlı olmalıyız, yeteri
kadar zamanımız kalmamış olabilir! Bu araba niye daha hızlı gitmez? Jacop,
bassana şu gaza, körükle!”. Jacop:” Tamam, tamam. Yeteri kadar basıyorum işte,
gecenin bir saatinde kaza yapıp elektrik direğine çarpıp ölmek istemiyorum o
kadar.”. Sarah:” Çocuklar kulağımın dibinde bağırmayın lütfen! Thomas’ın
söylediklerini duyamıyorum.”. Thomas: “Hey! Gerçek Thomas benim, o ekrandaki gelecekten
gelen lanet bir hayalet o kadar!”. Sarah:” Hala bu olan bitenden sonra bana
inanmadığını söyleme Thomas. Bu arabada ne arıyorsun o zaman?” Thomas:” Tamam
tamam, inanıyorum. Sadece zamanında şu lanet yere gidip hidrojen tüplerini almak
istiyorum o kadar.”
Massachusetts Teknoloji Enstitüsü, bütün ihtişamıyla onları her
zamanki yerinde bekliyordu. Giriş kapısındaki güvenlik bölgesinde öğrenci
kimliklerinin istenmesi sırasında üç arkadaşın yüzlerinde oluşan yalancı
tebessüm orada beklemekten bunalmış ruhların dikkatlerini çekmesine neden
olmuştu. Güvenlikteki memurların ise zihninde her zamanki şaşkın öğrencilerle
tekrar karşılaştıklarının şeması çoktan çizilmişti bile. Demir kapının
açılmasıyla ana kapıdaki güvenliği atlatan gençlerin zorlu sınavı esas şimdi
başlıyordu. Yolda fırtınanın etkisiyle yuvarlanıp bir yerden başka bir yere
kaçışan çöpler ve rüzgârın estiği yöne doğru savrulup esneyen ağaçlar dışında
başka korkunç şey yoktu. Thomas: “Sarah, yolda konuştuğumuz planı ve ne yapman
gerektiğini biliyorsun. Planın başarılı olabilmesi için ne yapıp edip o binanın
içerisine bizi sokmayı başarman gerekiyor. Gerisini bize bırak.”.
Çığlık çığlığa koşar adımlarla girişe yönelen Sarah’ı gören
güvenliklerin Sarah’dan o an daha çok korktukları yüzlerinden okunuyordu. Hatta
şaşkınlıkla ne yapacağını bilemeden silahını belinden çıkarıp eline alan tonton
suratlı güvenliğin, arkadaşları tarafından yatıştırılması birazcık uzun sürdü.
Olanları uzaktan bir köşeden ciddiyetlerini koruyamadan gülerek izleyen
Thomas’ın ve Jacob’un yüzlerinde Sarah’nın yaptığı oyunculuğu takdir eden bir
hareket vardı. Sarah, eski çağlardan gelmiş bir canavar görmüş gibi elleriyle
kapının dışarısındaki belirsiz bir bölgeyi işaret ederek güvenliklerden yardım
istiyordu:” Yardım edin bana! Çok korkunç. Lütfen kurtarın beni o yaratıktan!”.
Güvenliklerin yerlerini bırakıp Sarah ile birlikte dışarı çıkmaları ve onun
gösterdiği yöne doğru birlikte gitmeleri uzun sürmedi. Güvenliklerin gözden
kaybolduklarını gören Jacop ve Thomas’ın, bekledikleri anın geldiğini düşünerek
gizlendikleri ağaçların arkasından çita gibi fırlayıp kapıdan içeriye girmeleri
bir oldu. Bu durum onlara, planın şu ana kadar başarıyla uygulandığının kanıtını
oluşturup onların birazcık rahatlamalarını sağlamıştı.
Derin sessizlikteki karanlık ve uzun koridorlar insanın
ürkmesine yol açan psikolojik etkiyi rahatlıkla zihinlere yerleştiriyordu. Hem
koşmak hem de aradıkları şeyin bulunduğu odayı bulmaya çalışmak iki arkadaş
için de oldukça büyük zihin karışıklığına yol açmıştı. Koşarlarken duvardan
baktıkları yazıları ve işaretleri takip ederek en sonunda bir köşede
soluklanmak için durmak istemeleri aynı zamana tekabül etti. Thomas hızlı hızlı
nefes alıp verirken bir yandan da duvardaki çerçeve halinde duran kat
haritasında, bulundukları yerin konumunu telefonunun ışığıyla bulmaya ve
gidecekleri yönü tayin etmeye çalışıyordu. Jacop: “Dostum biz neredeyiz böyle? Umarım
kaybolmamışızdır. Bir an önce tüpleri bulup belirlenen yere gitmemiz gerek. Hem
de hemen! Yoksa her şey için çok geç olabilir. Beni anlıyor musun?”. Thomas: “.
Sanırım tüplerin bu sefer nerede olduğunu anladım. Bunu hala başarabiliriz dostum.”.
Thomas acele ederek önlerinde duran kapıyı açtığı zaman iki arkadaş da hayalet
görmüş gibi şok geçirip hareket edemediler.
Bu sırada peşine taktığı güvenlikleri uzunca bir koşunun
ardından teknoparkı görmeyen bir yere getiren Sarah, korktuğu canavarı
antrenmansız oldukları için tıkanan güvenlik görevlilerine gösterdiği esnada
bezgin ruhların canının iyice sıkılmasına neden olmuştu: Büyük canavarımız iri
bir lağım faresiydi! Güvenlik: “34-50, merkez. Sanırım bize komik bir şaka
yapmaya çalışan birkaç küçük ergenle karşı karşıyayız, teknoparktan içeriye
izinsiz girmeyi başaranlar olmuş olabilir. Lütfen ekip gönderip kontrol edin.”.
Bu esnada Thomas ve Jacop ’un karşısında dikilmiş, suratlarına öfkeli bir bakış
atarak telsizden gelen anonsa dikkat kesilen güvenlik elemanının üstüne
acımasız yumrukların ve tekmelerin inmesiyle güvenliğin etkisiz hale gelmesi çok
hızlı bir şekilde gerçekleşti.
Jacop’un koşarken bir yerlerden bulduğu kırmızı itfaiye
baltasıyla ikinci ve en sağlam vuruşunu yaparak kapının kilidini parçalaması,
uzun koridorlarda bağırışları hayalet uğultuları gibi yankılanan güvenlik
görevlilerinin aradıkları ergenleri bulmasına yardım etmişti. Alabildikleri kadar hidrojen tüplerini hazine
bulmuş gibi çantalarına tıka basa dolduran iki arkadaş kısa bir süre için
duraksayıp hızlıca bir plan yapmaya koyuldular. Jacop: “Thomas, dostum! Bunu
ikimiz başaramayız, tüpleri al ve yalnız devam et. Ben onları oyalamaya
gidiyorum.” Thomas: “Tamam o zaman. Sen onları oyala, hızlı olmalıyız. Zamanımız
dolmak üzere”.
Serin ve karanlık koridorlarda ve bu sefer tek kalarak,
alması gerekenden İki kat daha fazla yüke maruz kaldığı için enerjisini hızla
koşarak tüketen Thomas, hayatının en büyük koşusunu yapıyordu. Thomas,
karşısında beliren ışık kümeciklerine kendisini bir rüyada zanneder gibi
gözlerine inanamayarak bakarak bahçenin ortasında öylece kala kaldı. Onun bu
rüyadan uyanması için arkasından hızla koşarak kendisine doğru sinsice yaklaşan
köpeğin, hırıltılarıyla birlikte çantayı ısırıp sağa sola çekmesi gerekti. Işık
kümesinden o an uzanan bir el Thomas’tan yardım istercesine kümeden bedenini
çıkarmaya çalışıyordu. Thomas kalan son enerjisini de harcayarak köpeğin arkasına
doğru götürmek istediği çantayı da köpekle birlikte çekip ışık kümesinin kaynağına
doğru dizlerinin üstünde yaklaşmayı denedi. Bunu yaparken de çok fazla acı
çektiği belli oluyordu. Thomas, yanında sürüklediği çantaların diğerini ışık
kümesinden içeriye atmayı başardıktan sonra en zor göreve gelmişti. Köpeğin
çantaya geçirdiği azılı dişlerinden akan salyaları Thomas’ın eline bulaşıp
elini kayganlaştırmasını devam ettiriyordu. Thomas: “Bırak artık şunu. Hadi
bırak, bırak!”. En sonunda köpeğin dişlerinden sıyrılıp kurtulan çantanın havada
fırlayarak ışık kümesine girmesi ve o anda ışığın kapanırken oluşturduğu
basıncın etkisiyle çevresinde bulunan bütün cisimleri geriye doğru savurması
aynı zamanda gerçekleşti. Patlamanın ardında ortalığa büyük bir sessizlik hâkim
oldu ve Thomas’ın gözlerinde uzun bir süre karanlık eksik olmadı.
Sabaha karşı güneş ışıltılarıyla birlikte kuşların cıvıltısı
sürerken Thomas, uyandığı bir hastane odasında kendine gelmeye çalışıyordu. Şok
geçirir gibi derin nefes alarak kalkıp güvende olduğundan emin olmaya çalıştı.
Yanında kocaman bir çiçeğin içinde bir de notun bulunduğunu fark etti. Notu alıp baktığına sesli bir şekilde şunları
okudu: “Gelecek zamandaki kendini kurtardığın için teşekkür ederim Thomas,
teşekkürler ben!”.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder