20 Aralık 2018 Perşembe

Avucunuzdaki Kelebek

(Yazma Atölyesi'nin 4.fanzininde yayınlanacak olan Avucunuzdaki Kelebek adını verdiğim yaratıcı yazma konulu bir çalışmam.)

AVUCUNUZDAKİ KELEBEK
Murat Demir
Otobanda hızla seyreden otomobillere çarparak savrulan vahşi rüzgâr sürüleri, otomobilin yanından süzülürken içerisindeki matem tutan bezgin ruhları hayret verici bakışlarla gözetliyordu. Efecan, iki eliyle tuttuğu tablet bilgisayarıyla oynadığı oyunun etkisi altında kalarak atlayıp zıplarken bir yandan da babasının ilham verici araba sürüşünü ara sıra seyre dalıyordu. Zihninde dolaşan asıl düşünceyse hafta sonu tatilini uçsuz bucaksız vadilerin çıkışı olmayan bir labirent görünümünde devam ettiği, çam ağaçlarının içerisinde kendisini kaybettiren ve adeta masal dünyasından çıkmış gibi duran dev bir şato görünümlü evde geçirecek olmanın verdiği mutluluktu. Her zamanki gibi yaşlı ve sevimli oluşunun yanı sıra daha çok bilge oluşuyla tanıdığı tonton yüzlü dedesi, ormanın artık bir parçası durumuna gelmiş durumda olan ferah ve güzel görünümlü bahçede çimleri biçerken onları karşılayacaktı.
                Arabanın içinden kurbağa gibi fırlayıp bahçenin önüne koştuktan sonra karşılaştığı manzara, arabada gelirken kurguladığı manzarayla birebir benzerlik gösteriyordu. Bilgecan dedenin ise torununun kendisine doğru sırtında çantasıyla birlikte “Bilgecan dedeeeee!” diye sevinç çığlıkları atarak koştuğunu görmesiyle elinde tuttuğu çim biçme makinesini susturması bir oldu. Arabanın evin önüne yanaşıp park ettiğini makinenin güçlü sesinden ve artık ağır işitmeye başlayan kulaklarından dolayı duyup fark edememişti.  Bilgecan Dede:” Oooo, Efecan torunuma bakın benim, ne kadar da büyümüş böyle! Koskocaman adam olmuş benim yakışıklı, zeki torunum”. Erdem Bey:” Bize çok eziyet veriyordu dedesi. Bizde yaramazlık yapınca annesiyle birlikte alıp sana getirelim de ona biraz kızsın diye düşündük”. Ece Hanım:” Ya Erdem! Efecan’ımın üstüne gitme.  O benim bir tanecik tatlı oğlum!”. Ece Hanım’ın Efecan’ı kanatları altına alarak ona şefkat ve güven duygularından ikisini de aynı anda aşılaması onun mükemmel annelik kabiliyetlerini ispatlar nitelikteydi. Bilgecan Dede: “Hadi içeri geçelim; ayakta beklemeyin. Ne kadar da çok eşyanız var. Temelli gelmiş gibisiniz”. Sadece iki günlük bir hafta sonu tatilinde kullanılmak üzere Efecan için annesi tarafından hazırlanarak ayrılan bagaj dolusu sırt çantaları, Erdem Bey’in üst kata merdivenlerden çıkarken güçlü yapısına rağmen terlemesine ve zorlanmasına neden olmuştu. Bu sırada Bilgecan Dede’den onların geçmesi için kapıları tuttuğu sırada şu sözler duyuldu: “Süpermen eğer Türk olsaydı muhtemelen ona kostümünü annesi giydirirdi!”.
                Ece Hanım:” Oğlum evin içerisinde koşturma! Camı çerçeveyi indireceksin”. Bilgecan Dede oturduğu konforlu koltuktan kızıyla konuşarak bir yandan da torunuyla top oynamasını sürdürüyordu:” Rahat bırakın benim bir tanecik akıllı torunumu bakayım. Gel yanıma otur sen de Efecan. Bu kadar oyun yeter, biraz dinlenelim bakalım” Ece Hanım akşam yemeği için masaya getirdiği tabakları özenle tertiplemeye çalışırken bir yandan da Efecan’ı masada bir şeylere çarpıp kırıp dökmesini engellemek için masanın yakınından uzak tutmaya sözlü ikazlarıyla çabalıyordu. Bilgecan Dede:” Efecan, senin çok akıllı bir çocuk olduğunu bildiğim için sana çok beğeneceğin bir hediye aldım”. Efecan:” Aaaa, gerçekten mi dedi? Hani, nerede peki? Ne aldın göstersene bakayım!”. Bilgecan Dede” Yukarıda koridorun sonundaki odada kutunun içerisinde. Al bakayım, bu da odanın anahtarı. Kapının kolu bozuk, içeriye toz girmesin diye de kilitli tutuyorum. Yalnız Efecan, çok oyalanma üst katta. Sonra yemeğin soğur, annen üzülür ona göre. Efecan:” Tamam Bilgecan Dede. Çok oyalanmam, hemen alıp gelirim”. Efecan’ın merdivenlerden çıkarak ortadan kaybolması içeridekilerin gözünü açıp kapatıncaya kadar geçen sürede gerçekleşmişti.
                Efecan, elindeki kale kapısı anahtarı büyüklüğünde, eski çağlara aitmiş gibi bir his uyandıran elindeki anahtar ile bir kâşif gibi koridorun başında beliriverdi. Yavaş adımlarla parmak uçlarında ilerleyerek koridorun sonundaki gizemli odanın kapısında bitiverdi. Anahtarı tam kapıya sokup çevireceği sırada yakınından birisinin net olarak duyamasa da konuştuğunu işitti: “Başımı çıkarırsan rahat rahat konuşabilirim seni küçük haylaz!”. Efecan arkasına dönüp etrafı didik didik etmeye başladı. Duyduğu seslerin aşağıdaki katta açık olan televizyondan geldiğini sanarak annesine uykusundan uyandığı zamanlardaki gibi seslenerek cevap almaya çalıştı. Hiçbir ses duyulmayınca önüne dönüp anahtarı yarım kalan noktadan çevirmeyi denedi fakat Efecan gördüklerine inanamıyordu! Anahtarın kolları, kafasını kapı kilidinin yuvasından homurtular çıkartarak kurtarmak üzereydi! Efecan hayal görüp görmediğini kontrol etmek için biraz daha eğilerek baktığı vakit iki küçük gözün kendisine sert sert baktığını anlayınca anahtarı hemen yere fırlattı. Anahtar: “Seni küçük sersem, canımı fena yaktın! Beni hemen yerden kaldır! Aşağısı çok soğuk”. Efecan bir an korkusuna yenik düşerek duyduğu emirleri dinleyip anahtara elini uzatıp tam yerden kaldıracağı sırada parmağında büyük bir acı hissederek elini geriye çekti. Anahtar, Efecan’ın mini minnacık olan işaret parmağında bakıldığında belli olan bir ısırık izinin oluşmasına neden olmuştu. Efecan: “Hey! Beni yerden kaldır diyen sendin. Parmağımı şimdi neden ısırıyorsun?”. Anahtar: “Sen de beni yere fırlatmasaydın o zaman. Şimdi her tarafım acıyor, gece nasıl uyuyacağım? Ödeştik!” Efecan: “Bir dakika, senin konuşamaman gerekirdi. Basit bir anahtarsın sadece, pille çalışan bir oyuncaklardan değilsin!” Anahtar: “Sadece basit bir anahtarmışım, hıh! Neden konuşamaz mışım peki bay çok bilmiş? Konuşuyorum işte, ne var! Hadi bunu açıklasana bakayım!” Efecan az önce olduğu gibi parmağının tekrar ısırılması tehlikesine karşılık bu sefer anahtarı tam gövdesinden yakalamayı deneyerek onu kontrol altına alıp konuşmayı denedi; fakat anahtar yerinde zıplayıp kaçarak Efecan’ın eline geçmek istemeye direniş gösterdi. Efecan: “Yakaladım işte seni. Benden niye kaçıyorsun? Sana zarar vermek gibi bir niyetim yok. Sadece dedemin bana aldığı hediyeyi odadan almak istiyorum, o kadar”. Anahtar gözlerini kısıp bilge moduna geçerek birazdan söyleyeceği müthiş cümleler için kendisini bu düşünme modunda bekletti. Anahtar:” Adın ne demiştin?”. Efecan:” Benim adım Efecan. Peki senin adın ne anahtar?”. Anahtar: “Benim adım da Zıpırdak. Ayrıca bana bir daha anahtar diye hitap etmezsen sevinirim. Ah, gözüme dikkat et!”. Zıpırdak’ın yine sinirlendiği yüz ifadesinden belli oluyordu. Efecan tekrar ısırılma korkusuyla hemen sözüne başladı:” Sevgili Zıpırdak, senden rica etsem bu kapıyı bana hemen açabilir misin? Kilidi bozuk olduğundan bir türlü açamıyorum”. Zıpırdak:” Hımmm, bunu bir düşünelim bakalım. Tamam, buldum! Eğer senden isteyeceğim bir şeyi başarabilirsen sana kapıyı açarım”. Efecan:” Benden yapmamı istediğin şey nedir Zıpırdak? Yapabileceğim bir şey mi?”. Zıpırdak:” Güzel soru seni zeki çocuk! Yaratıcıma giderek beni bir kelebeğe dönüştürecek olan iksiri ondan alacaksın. Artık sadece anahtar olup bir köşede unutulup beklemekten gerçekten sıkıldım!”. Efecan:” Peki senin yaratıcını nereden bulacağım? Onun evine giden yolu bilmiyorum ki? Ya kaybolup geç kalırsam, annem yemeğimi soğuttum için bana kızar!”. Zıpırdak:” Merak etme şimdi bunları. Anahtar gibi görünsem de sıradan bir anahtarım dediğimi hiç hatırlamıyorum. Eğer beni kapı kilidine soktuktan sonra gitmek istediğin yeri düşünüp kilidi çevirirsen ben de kapıyı gitmek istediğin odaya açabilirim.” Efecan:” Vaaavvv, bunu gerçekten yapabiliyor musun? Bunu bana daha önce niye söylemedin?”. Zıpırdak:” Hadi artık soru sormayı bırak. Yapacak çok işimiz var. Hem yemeğe geç kalıp anneni de kızdırmak istemezsin, öyle değil mi?”. Efecan:” Peki, tamam. Böyle mi yapıyoruz?”. Efecan, içinden bir an önce Zıpırdak’ı yapan ustanın evinde olmayı geçirerek anahtarı takıp çevirdikten sonra kilidi açtı. Kapıyı gıcırdatarak açtığı sırada karşısına çıkan ışık hüzmesine ilk başta parlaklığından dolayı elleriyle kapatarak bakamayacak olsa da korkusuzca hüzmeye doğru adımını atmaya başladı. Zıpırdak:” Hey, beni burada unutma sakın! Saatlerce kapı kilidine takılı durmaktan hiç hazzetmem.” Efecan Zıpırdak’ın bu uyarısını dikkate alıp onu da yanına alarak hüzmenin içine daldı.
                Efecan başlangıçta şaşkınlığını gizleyemeyecek gibi oldu; girdiği mekânda olan şeyler bir masal kitabından fırlayarak can bulmuş gibi duruyordu. Ellerine kahveler almış birbirleriyle sohbet eden guguklu saatler, kendi başlarına yürüyen ayakkabılar, yerleri tek başına temizleyen süpürgeler, sayfaları başkasına gerek bile olmadan yazan dolma kalemler… Zıpırdak Efecan’ın şaşırmış halini görerek hemen ona şunları söyledi: “Efecan, ne bekleyip duruyorsun, hadi gidelim buradan. Ev eşyalarını ilk defa mı görüyorsun? Daha fazla oyalanma artık!”. Efecan başını sallayıp onay işareti verdikten sonra Zıpırdak’ın gösterdiği yönden yürümeye başladı. Her an bir yerlerden korkunç canavarlar fırlayacakmış gibi etrafını dikkatlice kontrol ettikten sonra adımlarını öyle atan Efecan, yavaş yürüdüğü için Zıpırdak’tan ara sıra hiç de memnuniyet verici olmayan  homurtular işitmeye devam ediyordu. Koridorun sonuna doğru adımlarını atmayı sürdürürken Efecan ileriden çılgın bir şekilde ortalığa yayılan bağırış sesleri işitti. Zıpırdak, bu sesleri duyar duymaz Efecan’ın elinden fırlayıp cebinde saklanmaya başladı:” Benim burada olduğumu söyleme sakın!”. Efecan biraz sonra bir canavarla burun buruna geleceğini sanarak koridorun sonuna doğru geldiği vakit geniş bir salonun içerisinde ayakkabılarının adeta bir kuş gibi kanat çırpmasıyla havada süzülerek oradan oraya uçmaya çalışan yaşlı bir adamla karşılaştı.
“Hey, ufaklık! Sen burada ne arıyorsun? Buraya girmeyi nasıl başardın?”.
Efecan:” Eeee, şey. Merhaba efendim, benim adım Efecan. Bir konu hakkında sizden yardımınızı istemeye geldim. Aradığım şey sizde bulunuyor olabilir”.
Yaşlı adamın ayakkabıyla uçma denemesinin pek de başarılı olduğu söylenemezdi; çünkü yaşlı adam bir anda dengesini kaybederek yere doğru hiç de başarılı olmayan bir iniş gerçekleşti. Yaşlı adam, beton zeminden biraz soğuğu çektikten sonra üstünü başını silkeleyip doğrularak toparlandı ve Efecan’ı gözlerini kısarak baştan ayağa süzmeye başladı: “Benden ne yardımı isteyecekmişsin bakayım? Ailenin burada olduğundan haberi var mı bakayım?”.
Zıpırdak’ın gizli bir şekilde göz ucuyla kendisini izlediğini anlayan Profesör, sinirlerine hâkim olamayarak onu sıkıca yakalayıp Zıpırdak’a bağırmaya başladı: “Seni küçük serseri, buraya hangi yüzle gelebiliyorsun? Ben sana buralara bir daha adımını atamazsın dememiş miydim?”.
Zıpırdak korkusundan dilini yutmuş bir şekilde sadece Profesörden kendisini affetmesini isteyerek özür diliyordu. Profesör onu şiddetli bir şekilde yere fırlatarak ondan kurtulmak istedi. Efecan, kaçmaya çalışan Zıpırdak’ı yakalayıp eline alarak Profesöre yardım isteyeceği konu hakkında konuşmaya başladı: “Efendim, istediğim şeyi benim için yapar mısınız lütfen? Annemler beni yemeğe bekliyorlar. Odadan dedemin bana aldığı hediyeyi almak istiyorum ama Zıpırdak kendisini kelebeğe dönüştürecek olan iksiri eğer alırsam kapıyı açabileceğini söyledi. Lütfen!”. Yaşlı Profesör, çocuğun masumiyetine inanarak annesini daha fazla bekletmemesi için istediği iksiri vermeyi kabul etmiş gibi göründü. Profesör, Efecan’a kendisi takip etmesini söyleyerek laboratuvarına doğru yola koyuldu. Tavanı gözükmeyecek kadar yukarıya doğru uzanan raflardaki merdivene çıkarak bir süreliğine gözden kayboldu. Efecan karnının guruldadığını işiterek acıkmış olduğunu hissedebiliyordu. Bir süre sonra Profesör’ün aradığı şeyi bulmuş şekilde merdivenden aşağıya indiği görüldü. Profesör, elinde tuttuğu iksir dolu şişeyle Efecan’a doğru yönelerek şunları söyledi: “Şimdi sana bir soru soracağım evlat, eğer doğru cevabı bilirsen istediğin iksiri sana vereceğim. Anlaştık mı?”.  Efecan kafasını sallayarak Profesörün soracağı soruya hazır bir şekilde beklemeye başladı. Profesör:” Şimdi sana soracağım soruyla senin gerçekten herhangi bir şeyin bütününü görüp göremeyeceğini ölçeceğim. Jennifer’ın babasının beş kızı vardır: Lala, Lulu, Lele, Lili. Peki beşinci kızın adı nedir?”.
Zıpırdak Efecan’a sesini duyurmak için yerinde duramayarak bas bas bağırıyordu: “Efecan, İngilizce’de ‘ö’ harfi yok. Cevap Lolo olacak, hemen bunu ona söyle”.
Efecan’ın süresinin dolmasına epey bir zaman olduğu halde doğru cevabı bulmuş olacak ki birden onun gözlerinde bir ışık parladığı görüldü.
Efecan: “Bunda bilemeyecek ne var efendim! Jennifer’ın babasının kızlarından dört tanesinin isimlerini zaten saydınız. Geriye tek bir isim kalıyor. O da Jennifer! Baştan beri cevap oydu”.
                Yorucu bir günün ardından Zıpırdak, verdiği sözü tutarak kapıyı açtı. Efecan da Zıpırdak’ın isteğini gerçekleştirerek üzerine iksiri boşaltıp Zıpırdak’ın bir kelebeğe dönüşmesini seyretti. Zıpırdak, kanatları açılıp uçmaya başladıktan sonra mutluluktan bayılırcasına Efecan’ın eline kondu ve şunları söyledi: “Teşekkür ederim ufaklık. Buraya kadar gelebileceğimizi gerçekten tahmin bile edememiştim. Dedene kapı için başka bir anahtar yatırmasını söylemeyi unutma sakın. Görüşürüz. Yihu!”. Efecan odanın içerisine girerek Bilgecan dedesinin kendisine almış olduğu hediyeyi buldu. Kutuyu tam açacağı sırada her taraf kapkaranlık oldu. Efecan arabanın koltuğunda annesinin telkinleriyle birden uyanıverdi: “Efecan, uyan artık oğlum! Dedenlere geldik. Bak bahçenin önünden durmuş sana el sallıyor!”.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder